İnsan Hakları Hukuku

Dernek Kurma ve Toplantı Özgürlüğü (AİHS m.11)

Dernek Kurma ve Toplantı Özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. Maddesinde düzenlenmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

Madde-11

1.     Herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak, denek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahiptir. 

2.     Bu hakların kullanılması, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabilir. Bu madde, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel değildir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11.maddenin başlığı her ne kadar “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü” şeklinde belirlenmiş ise de maddenin düzenleme alanı, madde metninden de anlaşılacağı gibi aslında dernek kurma ve toplantı özgürlüğünden ibaret değildir.

Nitekim maddenin 1. fıkrasında, bu iki unsurun yanında sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak hakları da ifade edilmiş bulunmaktadır. Daha da önemlisi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11. maddenin koruma alanı, maddenin lafzında belirlenen unsurlarla da sınırlı değildir. Çünkü maddenin lafzında, dernekleşme, toplantı yapma ve sendika kurma ve sendikalara katılma hakkı düzenlendiği halde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11. maddenin kapsamı mahkeme içtihatları ile belirlenirken bu unsurlara, protesto gösterisi ve partileşme hakkı da dâhil edilmiştir.

Daha doğrusu mahkeme, kararlarıyla bu hakları ilave etmemiş, yorum yoluyla, bu hakların da, maddenin koruduğu alana dahil olduğunu içtihat etmiştir. Üstelik Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi11.maddenin özellikle partileşme hakları ile ilgili olarak Türkiye hakkında en önemli kararların verildiğini görmekteyiz.

Başka bir ifade ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11.madde kapsamında Türkiye ile ilgili verilen önemli kararlar toplantı-dernek veya sendikalaşma ile ilgili kararlardan ziyade, 11.maddenin lafzında yer almayan partileşme ile ilgili kararlardır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, sözleşmenin hiçbir maddesinde partileşme hakkı düzenlenmediği halde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11.madde ile ilgili en önemli kararları partileşme hakkı yönünden vermektedir.

Üstelik madde başlığı genel olarak “örgütlenme özgürlüğü” olmadığı halde bunu yapmaktadır. Bizim kolay kavrayıp kabullenemediğimiz bu durum ise doktrinde:

  • Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yaşayan bir hukuktur.
  • Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir içtihat mahkemesidir şeklinde açıklanmaktadır.

Bu durumda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11.maddeyi, düzenlemenin lafzında ifade edilen unsurlardan ziyade daha geniş bir ifade olan “örgütlenme ve protesto hakkı” şeklinde ifade etmek hem maddenin koruma alanını hem mahkeme uygulamalarını kolay kavramamızı sağlayacaktır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11.maddede düzenlenen hakların niteliklerine dikkat edilecek olursa, bu haklar aslında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 9 ve 10.maddede düzenlenen hakların devamı ve ayrılmaz parçasıdırlar. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 9.maddede düzenlenen düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, demokratik toplum için özgür düşüncenin doğması ve filizlenmesi aşamasıdır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10.maddede düzenlenen ifade özgürlüğü ise özgür düşüncenin açıklanma ve başkalarına anlatılabilme aşamasıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11.maddedeki örgütlenme hakları içinde yer alan protesto-dernekleşme, sendikalaşma ve partileşme ise özgür düşüncenin eylemli ve örgütlü hale gelmiş şeklidir.

Bu sebeple Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 9-10 ve 11.maddeler birbirini içerik olarak tamamlayan maddelerdir. Nitekim maddelerin formatı da birbirine benzemektedir. Her üç maddede, iki fıkralı olup, genel olarak birinci fıkrada hakkın özü düzenlenmiş olup ikinci fıkrada ise bu hakların sınırlandırılma halleri ve istisnalarına yer verilmiştir.

Dernek Kurma ve Toplantı Özgürlüğü Kapsamında Hakkın Öznesi

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11.maddesinde düzenlenen ve genel olarak örgütlenme hakkı diye ifade ettiğimiz hakların öznesi herkestir. Bu kavramdan sadece gerçek kişiler değil, tüzel kişilerin de anlaşılacağı tabidir.

Öte yandan, birinci fıkrada, hakların öznesi olarak herkes ifade edilmiş olup, ikinci fıkrada, bazı kamu görevlileri için meşru sınırlamalar getirilebileceği ifade edilmiştir. Burada esas olan bu haklardan yararlanmak olup, maddede belirtilen sınırlamaların dahi, meşru hallerde olabileceği görülmektedir.

Meşruluğun ise kriterleri sözleşmede belirtilmeyip, mahkeme içtihatlarıyla ortaya konulmaktadır.

Dernek Kurma ve Toplantı Özgürlüğünü Sınırlamanın Sınırları

Burada birden fazla sınırlama sınırı bulunmaktadır.

Dernek Kurma ve Toplantı Özgürlüğünün Yasa ile Sınırlanması Koşulu

Sınırlanma halleri yasal bir düzenleme ile öngörülmeli. Ancak burada hemen mahkemenin yasal düzenlemeden maddi anlamda yasayı kastetmediğini belirtmek gerekir.

Burada kastedilen yasallık; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesinin 1.fıkrasında belirtilen haklara müdahalede keyfiliği önleyecek-takdire yer bırakmayan, önceden belirlenip alenileştirilmiş bir düzenleyici işlemdir.

Bu yasa olabileceği gibi tüzük-yönetmelik ve genelge bile olabilir.

Yasallığın bir diğer boyutu ise düzenlemenin önceden duyurulmuş olması, anlaşılabilir olması ve haklarla ilgili, yeterli güvenceler oluşturmasıdır.

Örneğin Malane-İngiltere uyuşmazlığında mahkeme; hukuka uygun olma koşulunun sadece yazılı hukuk olarak algılanamayacağını, ancak hukukun yeterince ulaşılabilir olması, anlaşılabilir olması ve sonuçlarının en azından makul bir danışmayla önceden görülebilir nitelikte olması gerektiğini belirtmektedir.

 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde Belirlenen Amaçlara Aykırı Olmamalı:

Sınırlama, hiçbir şekilde hakkın özüne aykırı olmamalı ve hakkın kullanımından caydırıcı nitelik arz etmemelidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde 11.maddenin 2.fıkrasında güdülen amaç, bu hakların kullanımının demokratik ilkelere zarar verecek hale gelmesini önlemektir.

Nitekim SP davasında Mahkeme; siyasi partiler söz konusu olunca, “ifade özgürlüğünün sarsıcı ve saldırgan beyanlar için de söz konusu olduğunu Perinçek’in Kürtlerle ilgili ifadesinin, devlet görüşleriyle uyumlu olmamasının demokrasi ile çeliştiği anlamına gelmeyeceği, bu ifade ve faaliyetlerin demokratik ilkelere zarar vermeyeceği dolayısıyla parti kapatma cezasının güdülen amaçla orantısız olduğu” sonucuna varmıştır.

Örneğin bir protesto gösterisi sırasında, bazı olaylar olabileceği istihbar edilmişse, burada hemen gösterinin yasaklanması değil öncelikle ek tedbirler alınma yoluna gidilmelidir. Aksi halde, burada güdülen amaç, olay çıkmasını önlemek iken sonuçta hakkın özü ihlal edilmiş olur.

Demokratik Toplumda Gerekli Ölçüde Olmalı

Öncelikle bu kritere göre müdahalenin zorunlu olması gerekmekte, bunun yanında müdahalenin demokratik toplumca da kabul edilebilir nitelikte olması gerekir.

Mahkeme Handyside-İngiltere davasında, gereklilik kavramını sıkıştıran bir toplumsal ihtiyaç olarak tanımlamıştır.

Ayrımcılığa Yol Açmamalı

Buna göre, sınırlandırma halleri objektif olarak belirlenmeli ve ayrımcılığa yol açmamalıdır. Bunun eş anlamlısı ise, haklardan yararlanma hakkı tanınırken ayrımcılık gözetilmemeli.

Gerek örgütlenme gerek toplantı ve gösteri yürüyüşü ile ilgili düzenlemelerde bu haklardan yararlanma ve yararlanmama halleri, belli gruplar sınıflar veya kişiler leh ve aleyhine ele alınmamalı. Ancak sözleşmenin 11.maddesinin 2.fıkrasının son cümlesinde düzenlenen bazı kamu görevlileri için getirilen kısıtlama bu kararın dışındadır. Çünkü anılan kamu görevlileri için sınırlama hali bizzat sözleşme tarafından düzenlenmiştir.

Buna göre devlet; silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri ve devletin idari mekanizmasında görevli olanlarla ilgili olarak sınırlama koyabilir. Birey söz konusu özgürlüğü kullanırken, taşıdığı kamusal sıfatın kendisine yüklediği görev ve sorumlulukları göz önünde tutmak bu özel durumun ortaya çıkardığı olası kısıtlamalara saygılı olmak zorundadır.

Başka bir deyimle, bazı kişiler, içinde bulundukları özel durum nedeniyle, sözleşmenin 11. Madde 1. fıkradaki özgürlüklerini kullanırken, kendilerini daha dar sınırlar içinde bulacaklardır. Buna göre, sözleşmede öngörülen bazı kamu görevlileri için getirilen kısıtlama ayrımcılık olarak anlaşılmamalıdır.

Bu hakların kullanımının bazı merasim ve koşullara bağlanması tek başına ayrımcılık veya haksız sınırlama olarak kabul edilemez.

Örneğin, gazete-dergi çıkarmak için, beyanname vermek, sorumlu müdür belirlemek gibi kanuni işlemler hakkın sınırlanması veya ayrımcı bir kısıtlama olarak kabul edilemez Bunun gibi, toplantı ve gösteri yürüyüşü için, tertip komitesi oluşturulup önceden yer ve zaman bildirilmesi şartının da ayrımcı bir kısıtlama olarak anlaşılmamalı.

Ayrımcılığa Yol Açmamalı

Orantılı Olma İlkesi

Getirilen kısıtlamaların şekli, kısıtlama ile güdülen amaçla orantılı olmalıdır.

Örneğin, günler öncesinden program ve duyuruları yapılmış bir gösteri ve toplantının, bir iki gün kala trafiğin olumsuz etkileneceği bahane edilerek iptal edilememeli.

Burada gösterilen sebep kamu düzeni yönünden meşru olsa bile uygulanan müeyyide sebeple orantılı değildir. Çünkü anılan yerdeki gösterinin trafiği nasıl olumsuz etkileyeceği net olmamakla birlikte, olumsuz etkilenmesi için güvenlik kuvvetlerinin tedbir alma olanağı varken gösterinin iptali hakkın özüne dönük bir ihlaldir.

Dernek Kurma ve Toplantı Özgürlüğü Hakkının İstisnaları

Örgütlenme ve toplantı özgürlüğü düzenlenirken diğer haklardan farklı olarak, bazı gruplar (meslek grupları) için devletin meşru sınırlama getirebilme olanağı öngörülmüştür. Bunlar;

  • Silahlı kuvvetler,
  • Güvenlik Kuvvetleri,
  • Devletin üst düzey memurlarıdır.

Burada sayılan meslek grupları dikkate alındığında, anılan kamu görevlilerinin fiziki güç ve yetki olarak devleti temsil ettikleri görülür. Bu meşru sınırlama halinin, belirtilen devlet görevlilerinin doğrudan güvenlikle ilgili olmaları sebebiyle oluşturulduğu da düşünülebilir. Bunlardan özellikle ilk iki grup doğrudan güvenlikle ilgili olup, tanımı ve sınırlarında tereddüt bulunmamaktadır. Ancak üçüncü gruba giren “devletin idare mekanizmasında görevli olanlar” bu gruba kimlerin girdiği net değildir.

Her şeyden önce, düzenlemenin lafzından da anlaşılacağı gibi, bu meslek grupları için bile sınırlandırma hali mutlak ve sınırsız değildir. Nitekim maddede meşru sınırlamadan söz edilmektedir. Buradan, sınırlama halinde bunun haklılığının ortaya konulması gerekmektedir. Mahkemenin sıkça kullandığı “oranlılık” halinin burada da aranması gerektiği kuşkusuzdur.

Dernek Kurma ve Toplantı Özgürlüğü Hakkının Sınırlanma Halleri

Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü sınırlanmada farklı nedenler bulunmaktadır.

Ulusal Güvenlik Sebebiyle Sınırlama

Öncelikle, sözleşmenin diğer maddelerinde olduğu gibi burada da, hakkın esas, sınırlamanın istisnai bir kavram olduğunu belirtmek gerekmektedir arkadaşlar. Bu sebeple, tüm sınırlama hallerini mümkün olduğunca dar ve ifade edildiği şekliyle ele almak gerekir.

Ulusal güvenlik kavramı sınırları belirsiz ve yoruma açık bir kavramdır.

Örneğin TBKP-Türkiye davasında, mahkeme partinin kapatılmasını, ulusal güvenliğin korunması yönünden sözleşmeye aykırı bulmamış ancak, kapatmayı güdülen amaçla orantılı bulmayıp müeyyidenin demokratik toplumda gerekli olmadığına karar vermiştir.

Bu konuda Türkiye ile ilgili en önemli kararlardan birisi de 9 Nisan 2002 tarihli HEP-Türkiye davasıdır. Bu kararın önemi, hem Türkiye ile ilgili ve aleyhe sonuçlanan dava olması hem de ulusal güvenlik ile ilgili kavramlara yer verilen bir karar olmasıdır. Bizim için sonuçları bağlayıcıdır.

Anılan kararda; parti tarafından “ezilen bir Kürt halkının varlığı ve self determinasyon prensiplerinin savunulması, siyasi oluşumların doğal varlık sebebi” olarak görülmüştür. Hatta “meşru siyasi oluşumlara bu olanağın tanınmaması halinde silahlı gurupların bu ilkelerin savunulmasını tekellerine alacağı” gibi siyasi bir yoruma yer verilmiştir.

Bunun yanında, partinin gerek bölücü nitelikli faaliyetleri gerekse güvenlik güçlerine karşı faaliyetlerini de “seçmenlerin kaygılarını dile getirmek” olarak yorumlayarak, adeta partileşme özgürlüğünün içinde bölücülüğü meşrulaştıran bir sonuca varmıştır.

Buna karşın RP davasında, partinin programında ve resmi faaliyetlerinde rejim karşıtlığına yer verilmemesine rağmen, bazı üyelerinin ve üst düzey yöneticilerinin faaliyetlerinden hareketle, “partilerin devletin yasal yapı ve organlarını değiştirmeye dönük çalışma yapabileceği ancak bu faaliyetlerde yasal ve demokratik olmak zorunda oldukları ve önerilen alternatif sistemin demokratik ilkelerle bağdaşır olması gerektiği, RP de ise bu iki unsurun bulunmadığı” sonucuna varılmıştır.

Başka bir deyimle RP’nin demokratik ilkelerden faydalanarak demokratik sistemin karşıtı bir sistemi getirmeye çalışamayacağını ifade etmiştir.

Kamu Emniyeti-Kamu Düzeni Sebebiyle Sınırlandırma

Sözleşmenin 11. maddesine göre, devletin örgütlenme hakkına kısıtlama getirebileceği bir diğer meşru amaç da kamu düzenidir. Kamu düzeninin tanımı ve kapsamı da sözleşmede belli olmayıp, mahkeme içtihatlarıyla içeriği belirlenmiş.

Aslında bu kavram ile ulusal güvenlik kavramı iç içedir. Ancak kamu düzeni kavramı daha ziyade fiiliyatta, örgütlenme hakkından ziyade protesto gösterileri ve toplanma hakkının kullanımı sırasında ortaya çıkabilecek bir kavramdır.

Örneğin 02.10.2001 tarihli Stankav-Bulgaristan davasında, Makedon azınlığın tanınması için kurulan derneğin kapatılması ve anma toplantılarının yasaklanması ulusal güvenlik ve kamu düzeni yönünden meşru sebep sayılmamış ve ihlal kararı veriliştir.

Buna karşın, toplantı veya miting sırasında, kamu düzeni açısından ciddi tehlikeler alacağına dair somut-nesnel sebepler ortaya konulursa, bunun bir yasaklama veya erteleme sebebi olabileceği kuşkusuzdur. Ancak devletin öncelikli görevinin, yasaklamak değil, bu hakkın kullanımının güvenlik içinde yapılmasını sağlamak olduğunu unutmamak gerekir, Çünkü bu hakkın kullanımında da devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri vardır. Buna göre, devlet bu hakkın kullanımında engel olmadığı gibi, engel olunmasını önleyecek tedbirleri de almak zorundadır.

Suç İşlenmesinin Önlenmesi Amacıyla Sınırlandırma

Toplantı ve örgütlenme hakkının kısıtlanması için bir diğer meşru sebep de suç işlenmesinin önlenmesi olup, bu kavramda idareler tarafından sıkça kullanılıp istismar edilebilecek bir kavramdır.

Özellikle toplantı hakkının kullanılmasında, suç işlenmesinin önlenmesi için hakkın kullanımının kısıtlanmasının değil, hakkın kullanılabilmesi için muhtemel suçların önlenmesinin devlet için esas olduğunu bilmek gerekir. Zaten bu hakkın özü “asayişi bozmayan” faaliyetlere dayanır, peşinen asayişsizliği amaç edinen bir faaliyet veya örgütlenme zaten hakkın koruma alanında değildir.

Örneğin suç amaçlı bir örgüt, (bir mafya grubu) örgütlenme hakkından söz edemez veya bir başka gruba baskına gitmek amacıyla toplanan bir grup, toplanma özgürlüğünden söz edemez. Yine asayişi önleme amacıyla alınan tedbirler, insanları bu hakkı kullanmaktan caydırıcı bir nitelik arz etmemeli.

Örneğin Ezelin-Fransa davasında, sonradan şiddete dönüşen toplantıya katılan Avukata meslek organınca ceza verilmesi bu hakkın kullanımının caydırıcı etki yarattığı gerekçesiyle ihlal kabul edilmiştir.

Sağlığın ve Ahlakın Korunması Sebebiyle Sınırlandırma

Özellikle örgütlenme hakkının kullanımında, bu sebebin ortaya konulabilme alanı çok dardır. Çünkü dernek-sendika ve partileşmenin, sağlık yönünden engeli pek ortaya konulamaz.

Toplanma faaliyetlerinde ise gerek sağlık gerek ahlak yönünden sebepler ortaya çıkabilir. Ancak özellikle ahlak, görece bir kavram olup her ülkede sınırlarının değişeceği muhakkaktır. Ancak bu hakkın kısıtlanması hallerinden sağlık ve ahlakın korunmasının kamu yönünden elimizde örnek mahkeme kararı bulunmamaktadır.

Başkalarının Hak ve Özgürlüklerinin Korunması Sebebiyle Sınırlandırma

Toplanma ve örgütlenme özgürlüğünün sınırı başkalarının hak ve özgürlüklerinin sınırlarını ihlal eder nitelikte ise meşru sınırlama hakkı doğacaktır.

Örneğin, anayolun trafiğe kapatılması suretiyle yapılmak istenen bir toplantı, başkalarının hakkını ihlal edeceğinden meşru olamaz. Mahkeme içtihatlarında başkalarının hak ve özgürlüklerine müdahale hali örgütlenme faaliyeti bağlamında da ele alınmıştır.

Örneğin 1988 tarihli Kühnen-Almanya davasında, ırk ayrımcılığını öven bir bildiri yayımlanan gazetenin cezalandırılması, başkalarının haklarının korunması yönünden meşru görülmüştür.

Toplantı Yapma Hakkı

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11.madde ile düzenlenen ilk hak toplantı yapma hakkıdır. Bu hakkın kullanımının ilk koşulu asayişi bozmayan toplantı olmasıdır. Başka bir ifade ile koruma altına alınan, barışçıl amaçlı toplantı hakkıdır.

Sözleşme metninden de anlaşıldığı üzere, gerek toplantı kelimesinin içeriği gerek şekli belli değildir. Mahkeme içtihatlarından, toplantı kavramına, protesto gösterisi ve yürüyüşünün de dahil olduğunu görmekteyiz.

Bireylerin bir fikir ya da amacı açıklamak için kapalı veya halka açık yerlerde toplantı, gösteri ve yürüyüş gibi, hangi şekil altında olursa olsun, bir araya gelmeleri toplantı özgürlüğüdür.

Buradan, toplantı özgürlüğünün kullanılacağı yerin halka açık yerler olması gerektiğini anlayabiliriz. Bu bağlamda kişiler bir meydanı bu hakkın kullanım alanı olarak seçebilirler ancak özel mülke konu bir makam ya da işyerini bu hakkın kulanım alanı olarak seçemezler.

Bu hakkın kullanımıyla ilgili olarak, devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri vardır. Devlet, sadece toplantı hakkına müdahale etmemekle kalmayıp, bu hakkın kullanımının bir nevi kazasız belasız sonuçlanmasını da sağlamakla yükümlüdür.

Bunun yanında devletin, toplantının barışçıl amaçlar taşımadığını, tespit etmesi halinde yasaklamak da dahil tedbirler alma hakkı vardır. Yine toplantı ve gösterinin yer ve saati konusunda bazı şekil şartları ve izin şartı getirmesi de bu hakkın özüne aykırı düşmemektedir.

Dernek Kurma Hakkı

Sözleşmede (11.maddede) bu hak iki kelime ile “Dernek kurmak…” şeklinde ifade edilmiştir. Denek kurma hakkının tanımı ve kapsamını belirlemek yine mahkeme içtihatlarıyla yapılmaktadır.

Mahkeme, Sigurdur A. Sigurjonsson-İzlanda kararında bu tanımı şu şekilde yapmıştır: Dernek, değişken şekil şartlarını yerine getirerek bir amaç etrafında iradi olarak bir araya gelen ve zaman içinde devamlılık gösteren, bireyler topluluğudur.

Bu hakkın içinde, bir derneğe katılma, bir denek kurma özgürlüğü olduğu gibi, bir derneğe girmeye zorlanmama özgürlüğü de mevcuttur.

Resmi meslek örgütleri bu hakkın kapsamı dışındadır. Örneğin bir meslek gurubunun meslek örgütüne üye olma zorunluluğu bu hakkın ihlali anlamına gelmez (avukatların baroya kaydolma zorunluluğu gibi) yine deneklerin tüzel kişilik kazanması için bazı şekil şartları konulması (örneğin bildirim-tescil gibi) yine bu hakkın ihlali değildir. Ancak bu koşulların caydırıcı yoğunlukta olmaması gerekir.

Partileşme Hakkı

Yine dernekleşme hakkının lafzında, siyasi partilerden-partileşmeden söz edilmediği halde, mahkemece bu hakkın kapsamında partileşme hakkının da bulunduğu kabul edilmektedir.

Nitekim TBKP-Türkiye davasında “bireyler, ortak bir çıkarı ilerletmek için gönüllü olarak bir araya geldikleri yerlerde dernek kurma (örgütlenme) özgürlüklerini kullanacaklardır. Siyasi partiler bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 11 amaçları çerçevesinde klasik örgütlenme örnekleridir” şeklinde bir tanımlama yaparak bu hakkın orta yerine siyasi partileri oturtmuştur.

Bu hak sadece partiyi kurabilme hakkını değil, partinin siyasi faaliyetlerini özgürce yürütme özgürlüğünü de içermektedir. Sözleşmenin 11.maddedeki haklarla ilgili olarak Türkiye’nin mahkeme nezdinde en çok taraf olunduğu konu, siyasi partilerdir.

Sendikalaşma Hakkı

Bu hak sendikalara katılma, sendika kurma ve sendikaya üye olmaya zorlanmamayı içermektedir. Bu maddede sendikalaşma hakkı sadece örgütlenme bağlamında korunmaktadır. Sendikal faaliyeti içermemektedir.

Örneğin toplu sözleşme grev ve lokavt gibi haklar bu madde kapsamı dışındadır. Bu hakkı sendikal örgüt anlamında, dilediği sendikaya girme, sendikalaşma ve belli bir sendikal örgüte girmeme olarak algılamak gerekmektedir.

Örneğin Young, Thames ve Webster-İngiltere davasında; sınırlı sayıdaki sendikalardan birine üye olmayı reddettiği için işine son verilen başvurucular yönünden sözleşmenin 11. maddenin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

Diğer haklarda olduğu gibi bu hakta da devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri mevcuttur.

Örneğin mahkeme tarafından sendikaların toplu sözleşme yetkisine sahip olmalarını sözleşmenin 11. maddesi kapsamında saymış, buna karşın, sözleşme yapmaya yetkili sendika sayısını azaltıcı politika izlenmesi 11.maddeye aykırı görülmemiştir.

Young, Thames ve Webster-İngiltere kararında, çoğulculuğa verilen önem gereği, ne şekilde olursa olsun sendikalaşmada tekel tesisinin sözleşmede 11. maddeye aykırı düştüğü sonucuna varılmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11. madde, sendikaları devlet müdahalesine karşı da korumaktadır. Ancak Mahkeme Dennis Cheall-İngiltere davasında, sendika üyelerinin sendika yönetimine karşı korunması gerektiğinde sendika iç yönetimine devletin müdahale edebileceğini ifade etmiştir.

Ekin Hukuk Bürosu olarak alanında uzman avukat kadromuzla dava ve işlemlerinizi takip edebilmemiz için bizimle iletişim kurabilirsiniz.

Av. Ahmet EKİN & Şevval Asude DOĞAN

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu