İnsan Hakları Hukuku

Yaşama Hakkı (AİHS m.2)

Yaşama hakkı sözleşmenin düzenlediği ilk haktır. Bu hak ilk olarak, devletin bir kişi kasten öldürmesini yasaklar.

Bu madde ikinci olarak, devletin kişilerin yaşama hakkını koruma yükümlülüğünü güvence altına alır.

Üçüncü olarak ise, eğer bir ölüm meydana gelmişse devlete etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü getirmektedir.

Yaşama Hakkı Nedir?

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin düzenlediği ilk maddi haktır ve 2.maddede düzenlenmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 2.MADDE: 

1. Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez.

2. Öldürme, aşağıdaki durumlardan birinde kuvvete başvurmanın kesin zorunluluk haline gelmesi sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlali suretiyle yapılmış sayılmaz:

a) Bir kimsenin yasadışı şiddete karşı korunması için;

b) Usulüne uygun olarak yakalamak için veya usulüne uygun olarak tutuklu ulunan bir kişinin kaçmasını önlemek için;

c) Ayaklanma veya isyanın, yasaya uygun olarak bastırılması için.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kasten öldürmeyi yasaklamıştır, idam cezası bunun istisnasıdır. Yaşama hakkın en temel hak olmasına rağmen kimi hallerde yaşama hakkının sonlandırılması mazur görülebiliyor. Bu haktan herkes yararlanabilir.

Sorumlu olan devlettir. Türkiye ancak kendi egemenlik alanı içindeki insanların yaşama hakkını koruyabilir. KKTC’deki insan hakları ihlallerinden de Türkiye sorumludur.

Yaşama Hakkının İhlali İçin Gerekli Unsurlar

Yaşama hakkının ihlal edildiğinin iddia edilebilmesi için ortada bir bireyin (gerçek kişi) olması gerekir. Tüzel kişilerin yaşama hakkı korunmamaktadır.

Devletin sorumlu tutulabilmesi için yaşama hakkından doğan yükümlülüklerinden birisini ihlal etmiş olması gerekir.

İhlal oluşabilmesi için bireyin yaşama hakkında kamu makamlarının bir müdahalede bulunması gerekir. Ancak bu müdahale sadece devlet görevlilerinin kullandığı silahlarla sınırlı değildir. Devlet aynı zamanda ihmal sonucu meydana gelen ihlallerden de sorumlu tutulabilir.

Devlet bireyin yaşamını korumakla yükümlüdür. Eğer korumamışsa sorumludur. Müdahaleden sonra devlet bir soruşturma yapmalıdır. Eğer devlet, şüpheli ölümü soruşturmuyorsa yaşama hakkına müdahale etmiş sayılır.

Yaşama Hakkına İlişkin Olarak Devletin Yükümlülükleri

Yaşama hakkına ilişkin olarak devletin yükümlülükleri şunlardır:

  • Öldürmeme yükümlülüğü,
  • Yaşama hakkını koruma yükümlülüğü,
  • Soruşturma Yükümlülüğü.

Yaşama Hakkına İlişkin Olarak Devletin Yükümlülükleri

Devletin Öldürmeme Yükümlülüğü

Devlet bireyi kasten öldürmemelidir. Kolluk güçlerinin meşru ve mutlaka gerekli olmayan öldürücü şiddet kullanarak bir kişiyi öldürmesi, devletin negatif yükümlülüğünü ihlal etmesi anlamına gelir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 2.maddenin düzenlediği devletin öldürmeme yükümlülüğünün hukuki dayanağı, ‘….hiç kimse yaşama hakkından kasten yoksun bırakılamaz’ diyen 2.maddenin 1.fıkrası ile meşru güç kullanma hallerinde bile mutlaka gerekli olandan fazla güç kullanmayı yasaklayan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 2. maddenin 2. fıkrasıdır.

Öldürmeme yükümlülüğü polis, asker veya diğer kolluk kuvvetlerinin güç kullanmaları sonucu meydana gelen ölüm olaylarına uygulanır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 2.maddesinin 1.fıkrasında öngörülen ölüm cezası, kasten öldürme yasağının tek istisnasıdır. Ancak ölüm cezası, 6. protokolle barış zamanında işlenen suçlar bakımından, 13. protokolle ise tamamen kaldırılmıştır. Bu protokollere taraf devletler iç hukuklarında ölüm cezasına yer vermemekle ve infaz etmemekle yükümlüdürler.

Devlet görevlileri güç kullanarak bireyin yaşama hakkına kasten tecavüz etmemelidirler. Devlet görevlilerinin gözaltı veya cezaevi gibi kontrolleri altındaki yerlerde şiddet kullanarak bireyin ölümüne sebebiyet vermeleri, bu ölümden devletin sorumlu olduğu karinesini doğurur.

Gözaltında kayıp etme de devletin öldürmeme yükümlülüğünü ihlal eder. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 2. maddesinin 2. fıkrasına göre ancak aşağıdaki hallerde yaşamdan yoksun bırakma, kullanılması mutlaka gerekli bir gücün sonucu olarak meydana gelmişse, bu maddeye aykırı sayılamaz:

  • Bir kimsenin hukuka aykırı şiddette karşı savunması;
  • Hukuka uygun bir gözaltına alma kararını uygulama veya hukuka uygun olarak tutulan bir kimsenin kaçmasını önleme;
  • Bir ayaklanma veya isyanı hukuka uygun olarak bastırma.

Bu durumda, eğer bir kişinin yaşama hakkını korumak için güvenlik güçleri silah kullanmak zorunda kalmışsa (mutlak gereklilik) ve bu silah kullanma orantılı yapılmış ise (orantılılık), ancak buna rağmen ölüm meydana gelmiş ise devlet bu ölümden sorumlu tutulmayabilir.

Mahkeme, öldürücü şiddetin konu olduğu bir olayı incelerken, ilk olarak kolluk yetkililerine öldürücü şiddet kullanma imkanı veren mevzuatın 2. maddeye uygunluğunu, ikinci olarak kullanılan gücün ‘mutlaka gerekli’ olup olmadığını, bu şiddetin orantılı olup olmadığını inceler.

Örnek olarak silahlı bir kişi, bir başka kişiyi rehin almış olabilir. Bu durumda güvenlik güçleri, rehine alınan kişinin, kendilerinin ve çevrede bulunan kişilerin hayatını korumak için silah kullanmak zorunda kalabilirler. Ancak bu silah kullanma yetkisi güvenlik güçlerine o kişiyi öldürme yetkisi vermez. Eğer o olay sırasında silahlı kişi öldürülmüş ise, bu durumda olay yukarıdaki mutlak gereklilik ve orantılılık ölçütlerine göre bir soruşturmaya konu yapılmalıdır.

Devlet silah kullanabilir, öldürücü güç kullanabilir ama kasten öldürmemelidir.

Devletin Yaşama Hakkını Koruma Yükümlülüğü

Devletin yaşamı koruma yükümlülüğü, pozitif nitelikte AİHS 2.maddenin esasına ilişkin bir yükümlülüktür. Bu yükümlülüğün hukuki dayanağı, “herkesin yaşama hakkı hukuk tarafından korunur” diyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 2. maddesinin 1. fıkrasının birinci cümlesidir.

Modern yaşamda bireyin yaşamına yönelik risk kaynaklarının çokluğu ve çeşitliliği, devletin pozitif yükümlülüğünü giderek genişleten bir içtihat alanı haline getirmektedir.

Devletin bu bağlamdaki yükümlülüğü, üçüncü kişilerin bireye yönelik şiddet eylemleri ve özellikle aile içi şiddet eylemleri; tıbbi hata veya ihmal gibi eylemler; endüstriyel faaliyetler veya kamu güvenliği bağlamında tehlike doğran faaliyetler; bireyin kendisine karşı şiddet eylemleri(intihar) gibi çok değişik risk alanlarında ortaya çıkmaktadır.

Bireyin yaşamına karşı risk, örneğin 3.kişilerin kasıtlı suç niteliğindeki eylemlerinden kaynaklanabilir. Bu bağlamda sözleşmenin 2. maddesinin 1. fıkrası öncelikle devlete, kişiye karşı suçların işlenmesini caydırmak için etkili ceza kanunu hükümlerini yürürlüğe koyma ve bu tür hükümlerin ihlalini önleyecek, ihlaline karşı mücadele edecek ve ihlalini cezalandıracak bir adli mekanizmayla desteklemek suretiyle yaşama hakkını koruma ödevi yükler.

Devletin bu konuda tedbir alma yükümlülüğü, bir hukuki çerçeve oluşturma ve adli mekanizma kurma yükümlülüğü ile sınırlı değildir. Devlet uygulamada yaşama hakkını etkili bir şekilde korumak için gerekli tedbirleri de almalıdır. Örneğin aile içi şiddete maruz kalan bir aile bireyinin korunması devletin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 2. madde kapsamında bir sorumluluğu olarak değerlendirilebilir.

Devlet bireyin yaşama hakkını fiili olarak her zaman koruyamayabilir. Ama her zaman yaşama hakkını korumalıdır. Devlet yaşama hakkını hukukuyla korumalıdır. Gerekirse fiili tedbirler almalı ve operasyonlar yapmalıdır.

Devletin Soruşturma Yükümlülüğü

Devletin ölümü soruşturma yükümlülüğü devletin etkin olarak yürütmesi gereken bir ödevdir.

Bir kişi, şüpheli koşullarda ölmüş ya da güvenlik güçleri tarafından öldürülmüş ise, soruşturma organları bu ölüm olayını çevreleyen maddi gerçeği ortaya çıkartmalı, eğer bu ölümden sorumlu tutulması gereken bir kişi veya kişiler varsa bunlar saptanmalı ve cezalandırılmalıdır.

Böyle bir soruşturmanın temel amacı yaşama hakkını koruyan iç hukuk hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüme ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Ancak yetkililerin her türlü çabasına rağmen sonucun elde edilememiş olması halinde devlet sorumlu tutulamaz.

Soruşturma nasıl yapılacak olursa olsun iç hukukta ölüme sebebiyet veren olayların doğru bir şekilde tespitin muhtemel sorumluların belirlenmelerine ve cezalandırılmalarına yol açacak nitelikte hemen, bağımsız, etkili, hızlı ve kamuya açık bir soruşturma mekanizması bulunmalıdır.

Soruşturma yükümlülüğü şu ilkeleri kapsar:

  • Soruşturmanın ölüm öğrenilir öğrenilmez herhangi bir şikayet beklenmeksizin kendiliğinden başlatılmalıdır.
  • Soruşturmayı yapmakla görevli kişilerin, olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması gerekir.
  • Soruşturma, sorumluların belirlenmelerine ve cezalandırılmalarına yol açabilecek nitelikte etkili ve yeterli olmalıdır.
  • Soruşturma hemen başlamalı ve makul bir hızla yapılmalıdır.
  • Soruşturma veya sonuçları kamusal denetime açık olmalıdır.
  • Soruşturma sonucunda eğer suçlu saptanmış ise suçlu cezasız bırakılmamalıdır.

Yaşama hakkı ile ilgili en önemli hususlardan birisi kanıtlamaktır. Kural olarak ispat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ya da Anayasa Mahkemesi’nin önüne gelmez. Çünkü ispat ilk derece mahkemelerinin ve bölge mahkemelerinin görevidir.

Şüpheli bir ölüm varsa ilk derece mahkemesine dava açarsınız ve bu ölümden kimin sorumlu olduğu tespit edilir. Ancak Türkiye’de genellikle kimin sorumlu olduğu tespit edilememektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ispat bakımından serbest ispat ilkesini benimsemektedir. AİHM önündeki her türlü delile bakarak olayın nasıl meydana gelmiş olabileceğini ve sorumluyu bulmaya çalışmaktadır.

İspat külfeti kural olarak ceza davalarında iddia edene aittir. Fakat bu bir ceza davası değildir. Burada konutluğumuz dava bir insan hakları davasıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre her davada ispat külfetini başvurucuya yüklemek haksız sonuçlar doğurabilir.

Özellikle delillerin bütünüyle veya büyük ölçüde devletin kontrolünde olması halinde başvurucudan ispat beklemek haksızlık olabilir. Örneğin gözaltında ölüm, gözaltında kayıp durumlarında ölen kişi devletin kontrolü altındadır. Bu durumlarda AİHM ispat külfetinin yer değiştirmesine imkan verir.

Eğer devlet delillerin tamamına veya çoğuna sahipse gözaltındayken öldürmediğini veya kişinin intihar ettiğini ispat etmeli ya da gözaltındayken kaybolmadığını ispat etmelidir. Bu nedenle olay yerine hemen savcı gelmeli, kriminal deliller toplanmalı, otopsi yapılmalıdır. Bütün bu soruşturma işlemleri yapıldıktan sonra olayın ne olduğu açıklığa kavuşmuş olacaktır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir ceza mahkemesi olmadığı için ‘hiçbir kuşku kalmayacak şekilde ispat’ standardı aramamaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ‘makul kuşkudan arınmış’ ispatı aramaktadır. Makul kuşkudan arınmış ispat aksi çürütülememiş vakıalarla olayın ispatlanabilmesine olanak sağlar. Bir başka deyişle devlet öyle bir açıklama yapmalıdır ki artık o kişinin başka bir şekilde ölmüş olabileceği düşünülememelidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yeterli derecede bir ispatın var olmadığını düşünüyorsa kendi araştırmasını yapabilir. Yani delillere resen başvurabilir. Mesela tanık dinleyebilir, keşif yapabilir.

Ekin Hukuk Bürosu olarak alanında uzman avukat kadromuzla dava ve işlemlerinizi takip edebilmemiz için bizimle iletişim kurabilirsiniz.

Av. Ahmet EKİN & Şevval Asude DOĞAN

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu